Kurban Olmanın Dayanılmaz Hafifliği (The Unbearable Lightness of Being a Victim)

Newspaper Article
Ali Ersen Erol
Ali Ersen Erol
+ More
Kurban Olmanın Dayanılmaz Hafifliği (The Unbearable Lightness of Being a Victim)
Written: By S-CAR
Publication: Radikal
Published Date: June 08, 2010
URL:

 

İsrail komandolarının Mavi Marmara ve diğer gemideki yolculara yaptıkları hiçbir koşul altında haklı çıkarılamaz. Kendi karasuları dışarısında orantısız güç kullanmak ve bölgesinde müttefik saydığı tek ülkenin insanlarını öldürmek aklı başında olan hiçbir ülkenin yapacağı bir hareket değil.
Böyle bir haksızlık tablosu karşısında Israil’e karşı oluşan öfke, kin ve intikam arzularının seli içerisinde, çoğu insan maalesef serinkanlılığını yitirerek madalyonun diğer yüzünü göremiyor veya görmek istemiyor. İsrail dünyada ne duruma düşmüş olursa olsun, bu olayın yankısı İsrail’in canını ne kadar acıtacak olursa olsun, netice olarak dokuz insan öldü, onlarcası yaralandı ve yüzlercesi unutamıyacakları bir travma yaşadılar.

Önlenebilirdi
Bu durum önlenebilirdi. Daha önce de belirttiğim gibi, İsrail’in yaptıkları hiçbir şekilde haklı çıkarılamaz ve İsrail elini kana bulamakta çekinmedi. Ama ölen insanlar, ailelerinin ve yakınlarının acıları, yaralıların ve İsrail askerleri tarafından taciz edilen insanların yaşadıkları travmaların sorumluluğu İsrail’de olduğu kadar, bu olayı önlemek için çaba göstermeyen ve filonun o yolda gitmesi konusunda ısrar ederek insani yardımı bile İsrail karşıtlığı inadına çeviren insanlarda da var.
İnkâr edilemez bir şekilde, insanların ölümlerinden ve yaşadıkları acılardan İsrail’e karşı büyük bir kazanç elde edildi. Bunun sebebi ise kurban olmanın dayanılmaz hafifliği. Biliyoruz ki, yaklaşık yüz yıl öncesine kadar böyle olmasa da, günümüzde kurban veya mazlum durumuna düşmenin sayısız avantajları var.
Her şeyden önce, herkes sizinle ilgileniyor ve düştüğünüz durumdan dolayı koşulları pek de sorgulamadan size sempati duyuyor, olayı sizin tarafınızdan görerek sizi haklı çıkartıyor. Bir durumda can kaybeden, kanı dökülen kimse ile tartışamazsınız, onun durmunu eleştirel bir biçimde sorgulamak neredeyse tabu halini almıştır. Çoğumuzun aklına gelmez belki de. Bu aldığınız pozisyondan dolayı karşı taraf otomatik olarak suçlu durumuna düşüyor. Herkes karşı tarafa yüklenerek sizin için adalet istiyor. Sonunda öyle ya da böyle karşı taraf düştüğü durumdan dolayı ceza, kınama veya uygun cevap ne ise, onu alıyor.

Aynı dinamikler
Kurban olmanın dinamikleri üç aşağı beş yukarı her durumda aynıdır.
İster okulda itilip kakılan çocuk ve onu yapanın disiplin cezası alması olsun, ister kafasını duvara vuran küçüğün ve karşılığında annenin kapıyı dövmesinden bahsedelim, ister kaçırılan aciz prensesi kurtarmaya gelen prensin kötü kalpli cadıyı veya ejderhayı öldürmesi olsun, kurban, suçlu ve kahraman üçlüsü bize bir janrayı işaret ediyor: Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Yahudilerin yaşadığı felaket sonucu ün kazanan ve daha sonra her türlü siyasi oyunda sıklıkla kullanılmaya başlanan bu janranın adı tahmin edebildiğiniz gibi melodrama.
Melodramayı janr olarak incelersek, aslında gerek yaşanılan bu olay ile olsun, gerek iç siyasetimizde veya uluslararası alanda yaşananlarla alakalı birçok bağlantı kurabilmemiz mümkün. Kısaca, melodramanın birkaç özelliğini sıralayıp, bunu konumuz olan filo krizine bağlayabiliriz.
Bir hayal dünyası içerisinde yaşanan melodramatik öyküler, bir rüyayı, neredeyse bir ütopya durumunu idealize eder. Buna ‘hayal adaleti’ denmiştir (Brooks 1976): Böyle bir adalette erdemli olanlar ödüllendirilir, kötüler haklı olarak cezalandırılır ve dünya ‘normale’ döner. Sanki “büyülü bir son bütün acımızı dindirecek, hayatımızı yenileyecek ve ilişkilerimizi güçlendirecektir” (Cloke ve Goldsmith, 2000). Fakat gerçekte bir yenilik boyası ile boyanmış statükoya dönüş mümkün olmaz. Böyle bir hayale kendimizi kaptırmamız, yaratabileceğimiz değişik çözümlerin de önünü keser.

‘Kötülük’ler
Buna ek olarak, melodramada genelde odak noktası yaşanan olaylar ve ‘kötü’ insanın yaptığı ‘kötülükler’dir. Böyle dar bir bakış açısı, daha geniş toplumsal veya uluslararası etkiyi görmemizi engeller. Böylelikle melodramatik öyküler daha komplike olaylar zincirini görmezden gelerek yaşanan tek bir olaya ve onu gerçekleştiren ‘kötüye’ dikkatimizi çeker (Hardy 2008). Dikkatimizin bu yöne çekilmesi tabii ki bizi yaşanan olay için bir tek açıklama yapmaya zorlar ve aslında hoşlanmadığımız diğer açıklamaları göz ardı etmemize yardımcı olur.
Melodramada karakterler basit, anlaması kolay kalıplaşmış klişelerden oluşur (Rahill, 1967). Ayrıca melodramatik hikâyede karakterler ya tamamen güçsüzdür, ya da tamamen güçlü durumundadırlar (Heilman, 1968). Karakterler asli özelliklerinin bir parçası olarak ‘iyi’ veya ‘kötü’dür, bu özellikler karakterlerin doğasında vardır ve hiç bir şekilde bir olay karşısında yaşanan bir tepki olarak görülemez (Hardy 2008). Karakterlerden biri yasalsa, diğeri yasadışıdır (Cobb 2000). Kötü karakterler düşünür, kararlar alır, planlar yapar ve emellerini yılmaz bir bencillikle gerçekleştiriler (Booth 1965). Kurban ise bunun karşısında doğal olarak daha acizdir.
Bu janr hakkında bildiklerimizi kullanarak filo krizini bir de bu gözle analiz edelim. Her şeyden önce karakterlere bakacak olursak, kesin çizgileri ile basit karşıtlıkları rahatlıkla görebiliyoruz. Filodaki sivil, masum, çocuklarla oynamak istiyen ve saf temiz duygularla sadece ve sadece yardım götürmek için yola çıkanları ‘iyi,’ ‘yasal,’ ‘aciz’ ve tüfeklerle donanımlı ‘tamamen güçlü’ komandolarla karşılaştırıldığı zaman ‘tamamen güçsüz’ durumdadırlar. Bu ‘iyi’ klişesinin karşısında ise özellikle ortadoğu dünyasının çok yakından tanıdığı ‘kötü İsrail’ ve ‘acımasız ve vicdansız İsrail askerleri’ klişesi bulunmaktadır. İsrail ordusu yapacaklarını düşünmüştür, planlamıştır, büyük bir soğukkanlılıkla kötü amaçlarını tartışıp böyle bir komplo hazırlamışlardır. Bu kötülük, İsraillilerin kanında vardır ve ilişkisel bir diyalektik içinde bunu düşünmeye çalışmak bile abesliktir.

Yansıtmalar
Gerek kriz yaşanırken, gerekse de krizden sonra medyada yaşananların nasıl yansıtıldığına bakarsak, böyle bir melodramatik janr içinde nasıl yüzdüğümüzü çok daha iyi görebiliriz. Manşetler, hikâyeler, vidyolar, fotoğraflar, yorumlar ve tepkiler neredeyse tamamen beş-altı saniyelik bir vidyonun ve vidyodan alınan fotoğrafların etrafında döndü. Odak noktası, saatlerce ilgilendiğimiz tek konu o kötü kalpli İsrailli askerin o masum sivili nasıl vurduğuna dair görüntülerdi. Bütün olay ona indirgendi ve bu krizin aslında haftalardır gelişmekte olduğunu ve üstüne üstlük haftalardır gelişmekte olan bir krizin aslında bir iki yıldır süre gelen İsrail-Türkiye gerilimin arkaplanında geliştiğini unuttuk.
Tabii bu olay sonrasında bizim ‘hayal adaletimiz’ hemen hazırdı. Barış, sakinlik, gerilimsiz bir Ortadoğu, kabul edilmiş bir Filistin devleti, cezalandırılmış ve güçsüzleşmiş bir İsrail. Bu söylem dışında başka bir çözümü düşünmek bile hemen İsrail taraftarı olmaya eşit bir şey olarak algılandığı için daha yaratıcı çözümler doğal olarak aklımıza gelmedi bile.

İsrail medyası
Bu olaylar İsrail medyasında da bir iki farkı ses dışında değişik bir şekilde yankılanmadı. İsrail medyası da hemen karakterleri bilinen klişelere indirgediler—Hamas’a karşı şanlı askerlerimiz! Kendi taraflarını gösterdikleri ‘silahlar’ karşılığında kurban yerine koydular ve göstericilerin yüzlerce kişi olmasına dikkat çekerek kendilerini güçsüz, karşı tarafı güçlü gösterdiler.
Tabii, sırf böyle bir durumdan böylesine bir avantaj elde etmek için bile bile böyle bir yola çıkmak ve insanların ölmesine, acı çekmesine göz yummak kadar canice bir plan yapıldığını sanmıyorum. Fakat biz, insan ırkı olarak, özellikle uzlaşmazlık durumlarında kendi toplumsal ve kültürel yapımızın bize imkân sağladığı davranış seçeneklerinden yararlanarak, aslında ne yapacağımıza karar vermiş bir şekilde davranırız. Gerçi bu ‘karar’ genelde bilinçli bir ‘karar’ değildir (Hardy, 2008).
Melodramalarda sergilenen inanılmaz haksızlık, seyircide kurbana karşı bir sempati ve ‘kötüye’ karşı bir nefret uyandırmayı amaçlar. Yaşanan filo krizinin medyada nasıl yansıtıldığına, sonra da gerek Taksim’de toplanan binlerce kişinin şiddet içerikli söylemlerine, gerek İsrailli bisikletçiye yumruk atan vatandaşa, gerek İsrail elçiliğine girmeye çalışan kalabalığa bakarsak, medyanın bizde istenen duyguları uyandırmak konsunda ne kadar başarılı olduğunu rahatça görmüş oluruz.
Peki, ne yapılmalı? İsrail’in yaptıkları yanına mı kalsın, insanların yaşadığı haksızlık karşılık bulmasın mı? Tabiki söylemeye çalıştığım bu değil. Fakat aklımızdan çıkarmamız gereken bir şey yaşananların bir olaylar zinciri olduğu ve bir komandonun birine ateş etmesine indirgenemeyeceği. Bu kalıplardan kendimizi kurtarabilirsek, yaşananlara daha geniş bir açıdan bakarak durumu her iki tarafın da gözünden anlamaya çalışıp, hem olayda taraf olan herkes için daha yapıcı bir çözüm üretmeye çalışabiliriz, hem de hepimizin istediği adaleti daha aklı selim bir biçimde elde edebiliriz. Nefret, kin veya intikam hiç bir zaman kimseye yararı dokunmayan tahrip gücü yüksek duygulardır. Unutmamalıyız ki, bazılarımız nasıl İsrailli askerleri Hitler’e benzetiyorsa, biz İsrailli insanların ölümünü istediğimiz, veya nefretle dolup taştığımız zaman aynı şekilde Hitler’e benziyoruz.

Referanslar:
Brooks, P. (1976). The Melodramatic Imagination: Balzac, Henry James, melodrama and the Mode f Excess. New Haven, CT: Yale Üniversitesi Basımı
Cloke, K. ve J. Goldsmith. (2000). Resolving personal and organization conflict: Stories of transformation and forgiveness. San Francisco, CA: Jossey-Bass
Cobb, S. (2000). “Creating sacred space: Toward a second-generation dispute resolution practice”. Fordbam Urban Law Journal 28:1017-1031
Hardy, S. (2008). “Mediation and Genre”. Negotiation Journal, July 2008
Heilman, R. (1968). Tragedy and Melodrama: Versions of Experience. Seattle, WA: Washington Üniversitesi Basımı
Rahill, F. (1967). The world of Melodrama. University Park, PA: State University Basımı

Ali Ersen Erol: George Mason Üniversitesi

 

S-CAR.GMU.EDU | Copyright © 2017